- Seferihisar Belediyesi’nden Genç Girişimcilere Çağrı; "Fikrini Al Gel"
- Sırrı Süreyya Önder'in sağlık durumuna ilişkin açıklama
- Başkan Cemil Tugay’dan gençlere destek
- Silivri'deki Ümit Özdağ'ı duygulandıran mektup: 'Sevgiyle selamlıyorum'
- CHP’li Bakan’dan Kemalpaşa Belediyesi önünde açıklama: ‘Operasyonluk’ bir durum yok!
'Hem Tanrı'ya hem de paraya kulluk!'
21 Kasım, 2015İnsanlık tarihi boyunca güç ve para insanları bozan unsurlar olmuştur.
Çağdaş zamanlarda ahlaki anlatıların ya büsbütün meşruiyetini yitirmesiyle insanoğlu anla ilgili buyurganlığını kaybedecek biçimde ciddi bir içerik değişikliğine uğramıştır.
Ve böylece bireyin iyi olma duygusu (vicdan) yalnızlaşmıştır.
Müslüman bireylerin bu konuda Müslüman olmayan bireylerden kayda değer bir farklılıkları kalmamıştır!
Yokluk anında ortaya çıkan yoksunluk ve ihtiyaç sahibi olmak, bireyleri erdemli düşünmeye ve diğer insanlardan erdemli eylemler beklemeye iter.
Bireyler ekonomik durumları değiştiğinde yeni ihtiyaç ve gereksinimlerinin içinde eski durumlarındaki insanları farklı bir şekilde algılamaya başlarlar.
Yeni yaşamın yeni gereksinimleri günlük ihtiyaç ve gereksinimlerinde Tanrı’nın anlam ve işlevi kalmadığını tüketim toplumu olmaya doğru atılan bir adımda fark edemediğinde, kötü ahlaka da doğru adım atar…
Ayrıca bu bir çeşit kirlenme olarak da nitelenebilir. Yoksunluk zamanlarının gözyaşlarının temizliği ve değeri de kaybolur.
Para ve Ahlak Tarihten Bir Ders
Yaklaşık dört yüz kişinin bulunduğu dört gemi 7 Nisan 1630’da İngiltere’den Yenidünya’ya, yani Amerika’ya doğru yola çıktı. Bu kişilerden birçoğu yüksek eğitimliydi. Bazıları başarılı işadamlarıydı. Hatta bazıları parlamento üyesiydi. Geride bıraktıkları ülkelerinde ekonomik bunalım vardı ve Avrupa’da devam eden Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) yüzünden ekonomi daha da kötüye gidiyordu. Bu nedenle, onlar şanslarını denemek amacıyla evlerini, işlerini ve akrabalarını bıraktılar ve daha iyi fırsatlar aramak üzere yola çıktılar.
Bu ümitli topluluk, fırsatçı tüccarlardan oluşan bir grup değildi. Onlar dinsel zulümden kaçan, gayretli Püritenlerdi. Asıl amaçları dindar bir toplum oluşturmaktı; fakat bunu yaparken hem kendilerinin hem de soylarının Mukaddes Kitap ilkelerinden sapmadan, maddi refaha kavuşmasını da amaçlıyorlardı. Salem’e (Massachusetts) ayak bastıktan kısa süre sonra, güneye doğru giderek sahildeki küçük bir toprak parçasını sahiplendiler ve bu yeni memleketlerine Boston adını verdiler.
Püritenlerin önderi ve yeni kurulan koloninin valisi olan John Winthrop bu kolonideki halk için yararlı işler yapmak ve onların servetini artırmak üzere elinden geleni yaptı. İnsanların hem parası hem de ahlaksal değerleri olsun istedi. Fakat bu dengeyi sağlamak zordu. Çıkacak güçlükleri önceden tahmin eden Winthrop, halka hitap ederek zenginliğin Tanrı’dan korkan bir toplumdaki rolünü uzun uzadıya anlattı.
Diğer Püriten önderler gibi, Winthrop da zenginlik peşinde koşmanın özünde yanlış bir şey olmadığına inanıyordu. O, zenginlerin başlıca amacının başkalarına yardım etmek olduğunu iddia ediyordu. Yani, bir kişi zenginleştikçe, daha yararlı şeyler yapabilirdi. Tarihçi Patricia O’Toole “Püritenlerin zihnini zenginlikten daha fazla meşgul edecek pek konu yoktu” diyor. “Bu, hem Tanrı’nın bereketinin bir işaretiydi hem de gurur günahına . . . . ve bedensel günahlara yol açacak güçlü bir ayartmaydı.”
Winthrop zenginlik ve lüksün yol açabileceği günahlardan kaçınmak için, insanları ölçülü olmaya ve özdenetim göstermeye teşvik etti. Fakat çok geçmeden, koloni halkının girişimci ruhu ile Winthrop’un çabaları çatışmaya başladı; çünkü Winthrop, halkı dindar olmaya ve birbirlerini sevmeye zorluyordu. Muhalifler, Winthrop’un özel işlerine baskıyla müdahale ettiğini düşündükleri konular hakkında kafa tutmaya başladılar. Bazıları seçilmiş bir meclisin verilecek kararlarda rol oynaması için halkı kışkırtmaya başlamıştı. Başkaları ise oy kullanmak yerine, kendi çıkarlarının peşinde koşmak için komşu Connecticut’a taşındı.
O’Toole şunları söylüyor: “Fırsat, refah ve demokrasi. Bunların hepsi Püriten Massachusetts’in yaşamındaki etkili güçlerdi ve hepsi de Winthrop’un toplumsal idealini saf dışı bırakarak tutkuları ateşliyordu.” 1649 yılında, 61 yaşındaki Winthrop neredeyse meteliksiz öldü. Bu zayıf koloni birçok güçlüğe rağmen varlığını sürdürdüyse de, Winthrop hayalinin gerçekleştiğini görecek kadar yaşamadı.
Daha iyi bir dünyayla ilgili idealist bir görüşe sahip olmak için her yıl yüz binlerce insan daha iyi bir yaşama sahip olma ümidiyle göç ediyor. Birçoğunun ahlaksal değerlerden vazgeçmeden, hâlâ ümitle para kazanmak için uğraştığı açıktır.
Doğrusu, bu sonuçlar düş kırıklığına yol açmıştır. Servet peşinde olanlar, zenginlik uğruna çoğu kez ilkelerinden, hatta bazen de inançlarından ödün veriyorlar.
Bu nedenle, haklı olarak şunları sorabilirsiniz: “Bir kişi hem doğru ahlaksal ilkelere göre yaşayıp hem de zengin olabilir mi? Maddi ve ruhi açıdan refah içinde yaşayan, Tanrı’dan korkan bir toplum olacak mı?”
Para Kötü mü?
Parayı icat eden insandır!
İnsanın diğer icatları gibi, o da özünde yanlış ya da kötü değildir. Aslında, bir değiş tokuş aracından başka bir şey değildir. Bu nedenle, doğru kullanıldığında, iyi bir amaca hizmet edebilir.
İdeal olan her şeyden mahrum kalmak değil, sahip olduklarımızla mutlu olmaktır.
Çalışarak ‘payımızı almamız’ ve emeğimizin karşılığından sevinç duymamız hem Tanrı’ya sadık hem de zengin olmak mümkün mü?
Para Tuzakları
Parayı ve onun satın alabileceklerini sevmek en ciddi tehlikedir.
Bazı kişilerde zenginlik hiç doymayacak bir iştah yaratır. Kral Süleyman saltanatının ilk yıllarında başkalarındaki bu eğilimi fark ederek şöyle yazmıştı: “Gümüşü seven gümüşe, ve bolluğu seven mahsule doymaz; bu da boş!”
Para, sadece bir şeyler elde etme aracı olmaktan çıkıp ilgilendiğimiz başlıca nesne haline geldiğinde, yalancılık, hırsızlık ve ihanet de dahil, tüm ahlaksal ayartmalara hedef oluruz.
Bazıları daha da ileri giderek, Tanrı yerine paraya tapındılar. Zenginlik peşinde koşmak daha sinsi tehlikeler de yaratır. İlk olarak aşırı zenginlik kişinin kendine güvenini artırabilir.
Para bize belirli ölçüde bağımsızlık kazandırıyor gibi görünse de, parası olanlar için Tanrı’nın yerine paralarına güvenme tehlikesi her zaman vardır.
Ahlak mı, Para mı?
İnsan ne zaman özgürdür?
Çok parası olduğunda mı, yoksa ahlakı olduğunda mı?
Bugün Müslümanlar en fazla para ve ekonomi ile imtihan oluyorlar. Bu tehlike olduğu gibi büyük bir şans da...
Para ile her şeyi yapabilir miyiz? Ya Tanrı ile…
Para ile Allah yan yana geldiğinde bunların hangisi seçiliyor. Hangisi seçiliyorsa seçimi yapanın gerçek Tanrısı odur.
Önümüzde daha iyi bir yaşam için ümit var mı?
Paranın kölesi olmak!
Para putuna kul olanlar, paranın kölesi olanlardır! Dini ne tamamen bırakırlar ne de onu hakem yaparlar. Yani onlar, dini istismar etmek için ona yakın dururlar.
Allah ile para yan yana geldiğinde daima parayı tercih ederler. Tarih boyunca hep böyle yaptılar, bugün de böyle yapıyorlar. Refah içinde hem de ahlaklı bir toplum yaratma yönündeki insan çabaları defalarca başarısızlığa uğradı.
Refah için öncelikle ruhi ihtiyacımızın farkında olmamız gerektiğidir. Dolayısıyla maddi yönden ister zengin ister yoksul olalım, “ruhi şeylere” öncelik vermektir
Hz. Peygamber, “Her ümmetin bir bozgun sebebi vardır; benim ümmetimin bozgun sebebi ise mal fitnesidir” buyuruyor.
Ve biz Müslüman(!) olarak hala ‘mal putu’ tutkularına/tutkunlarına tanık olmaktayız.
Yorum Ekle
Yazarın diğer yazıları
SOSYAL MEDYA
MAGAZİN
Ünlü oyuncu İrem Helvacıoğlu'ndan bebek müjdesi!
Başarılı oyuncu İrem Helvacıoğlu, geçtiğimiz yıl nikah masasına oturduğu Ural Kaspar ile ilk bebeklerini bekliyor. 3 aylık hamile olduğu iddia edilen oyuncu, annelik heyecanını şimdilik g...
TEKNOLOJİ
EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ
Bu belirtiye dikkat! Bunamayı yüzde 30 artırıyor
Bilim insanları uzun yıllar bunamayı geciktirecek bir araştırma yaptı. İşitme kaybı olanları yakından ilgilendiriyor. Bu yöntem hem bunamayı hem depresyon riskini azaltıyor. Yapılan yeni araştırmada, işitme kaybının erken dönemde tedavi edilmesi bunamanın gelişimini yıllarca geciktirdiğini ortaya koydu.
Yorumlar
Bu haberde yorum bulunmamaktadir.