Yukarı
430718

Selim Evci’nin yazıp yönettiği “Savrulan Zaman” vizyonda

26 Temmuz 2025 10:01

Yönetmen ve senarist Selim Evci’nin dördüncü uzun metraj filmi “Savrulan Zaman”, festival yolculuğunun ardından sinemalarda vizyonda. Sinemaların ardından Mubi’de gösterime girecek filmin senaristliğini ve yönetmenliğini yapan Evci, filmin başrolünü de Özge Gürel ile paylaşıyor.

Film, uzun süreli bir ilişkiden ayrılan ve hayatında yeni bir yol çizmeye çalışan Alper’in (Selim Evci), iş yerinde yaşadığı ani bir olay sonrası yaşadığı iç hesaplaşmasına ve arayışlarına odaklanıyor, bireyin kendini yeniden keşfetme sürecini ele alıyor. Bunları aile, kadın-erkek, arkadaş ve iş arkadaşlığı ilişkileri üzerinden tartışmaya açıyor. Hem kadına, hem erkeğe, hem de topluma bir ayna tutuyor.

İranlı kurgu yönetmeni Mastaneh Mohajer’in kurgu masasında oturduğu film, 12. Boğaziçi Film Festivali’nde “en iyi kurgu” ödülüne değer görülmüştü.

Image

Evci ile filmi üzerine konuştuk.

KLİŞELERİ KIRAN EMPATİ

-Savrulan Zaman, bir dönem savrulmuş bir ruhun ortaya çıkardığı bir tablo gibi duruyor önümüzde. Yaratıcısına sorayım: Nasıl gelişti film süreci?

Güzel bir benzetme. Yaşarken içeride biriken tortular, film yazma sürecinde sizi sarmalayabiliyor. İnsan en iyi bildiği tecrübe ettiği konularda yazarken kendini daha güvende hissediyor. Benim de geride bıraktığım gri dönem diye tabir ettiğim hatta savrulduğumu hissettiğim bir evrenin yansıması Savrulan Zaman.

-Son yılların en gözde konusu ilişkiler. Filmde karşımızda hiç evlenmemiş, günümüz koşullarının nadir orta sınıf yalnız erkeği Alper ve onun çevresinde yine ilişkiler ağıyla ilerleyen bir anlatı. Toplum baskısı da cabası… 

İlişkiler hayatın merkezi. Akşam eve gelirsin kapıyı kapatırısın her şeyi dışarıda bırakabilirsin, ilişki 7/24 seninle. İyi bir ilişki her insanın ideali. Sinemanın edebiyatın müziğin, tüm sanat dallarının merkez konularından. İçinde bulunduğumuz çağda insanın farkındalık seviyesi giderek yükseliyor. Her konuda. Acaba bu bir paradoks mu? Farkındalığı yükseltmek insanlık için her zaman iyi mi? Öte yandan hayatın (toplumun) dayatmaları dediğimiz şeyler basit bir birikim değil, binlerce yıllık damıtılmış meseleler ve bu çağın farkındalığı ile çatışıyor bazen. Kendini birey olarak var etmek tekil olmak da bunlardan biri. Bu konular filmin alt teması.

Bu filmde yalnızlığı sadece erkeğin “tercihi” olarak göstermemeye özellikle dikkat ettim. Bu bir klişe. Günümüzde kadınlar da yalnızlığı seçebiliyor, bunu bir idealleştirme biçimine dönüştürebiliyor. Filmdeki kadın karakterlerde de bu his var. Yani mesele sadece “erkek yalnızlığı” değil. Alper’in yalnızlığı bir bireysel durum olarak ortaya çıksa da, kadın izleyicilerin bu yalnızlıkla empati kurabilmesi benim için çok kıymetli. Çünkü bu empati, klişeleri kırıyor, günümüz gerçekliğine temas ediyor.

-Bir yanıyla karanlık, bir yanıyla çok açık. Sözünü sakınmadan söyleyen bir film aynı zamanda. Bunu özellikle mi kurguladınız?

Hayat kadar olması için. Saklamak, duruma uygun şeyler söylemek hayatta da pek yapabildiğim şeyler değil. Öte yandan açık sözlülük, geçici bir negatif duygu yaratabilir ama uzun vadede güven inşa eder. İnsan içtenliği sezgisel olarak tanır. Açıksözlülük karakterin zaafları açısından ise evet. Bu tür filmlerde buna dikkat etmezseniz karakteriniz bir kahramana dönüşür bu da hayat duygusunu azaltır. 

-Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak şunu sormak isterim: Filmde hem kadınlara hem de erkeklere, ilişkiler özelindeki davranışlarını cesurca ayna tutuyorsunuz, herkesin mazisinde yer eden anlara… Ancak bunun bir de dezavantajı olabilir, izleyicilerin nezdinde. Hangi taraftasınız; çorabını koltuğunun arasına sıkıştırıp, partnerinin onu kaldıracağı günü bekleyen erkeğin mi yoksa birlikte alınan eşyaların “daha değerli” gördüklerini partnerine sormadan kendine saklayan kadının mı? 

Aslında bu küçük detayların fark edilmesi beni mutlu ediyor. Çünkü hayat dediğimiz şey tam olarak bu detaylarla şekilleniyor. Sinemanın da büyük olaylara ihtiyaç duymadığını düşünüyorum.

Buradan günümüz içerik dünyasına ufak bir eleştiri getirmek isterim: Bugün ana akım popüler platformlar seyirciyi büyük, süslü olaylara esir etti…

Çorap ve eşyalar konusunda ise; derdim taraf olmak değil. O çorabı oraya bırakan da biziz, o eşyaları kendine saklayan da. İnsan o kadar karmaşık ki…

SINIFLAR ARASI İLİŞKİLER

-Aslında yalnızca kadın-erkek ilişkisine odaklı bir film olarak görmüyorum dersem, yanılır mıyım? Aslında bir sınıflar arası ilişkilere de değiniyor. Küçük ölçekli de olsa bir patronun çalışma arkadaşlarına yaklaşımı, evindeki gündelikçiye olan tavrı… Kıza sahneler ama ince nüanslar. Siz ne söylersiniz?

Aslında filmden çıkardığım bazı sahneler var, orada işçi işveren meselesi, sınıflar arası ilişkilere dair daha çok söz söyleniyordu. Ama şu hali ile de belli oranda hissediliyor. 

Anlatması zor meseleler ilgimi çekiyor. İşçi-işveren meselesi özellikle hassas bir konu. Birine para veriyorsunuz ve sizin işinizi yapıyor. Bu, her zaman tuhaf bir duygu oluşturmuştur bende. Ne kadar profesyonel bir çerçeve içinde gerçekleşse de, o ilişkide görünmeyen bir eşitsizlik hissi derinlerde yaşıyor..

Bu ilişkinin karşı tarafı da var: İşverenin otoritesi karşısında işçinin gösterdiği tutum, o dengeyi kurma çabası, kırılganlık, mesafe… Tüm bunların psikolojisi sinemasal açıdan çok zengin bir alan. 

-Film, günümüzdeki diğer yapımlara göre kısa. Ama bu kısalıkta anlatmak istediğinizi gayet açık anlatıyorsunuz. Bu kısalık, savrulan zamanın metaforuna eklemli mi?

Aslında bu hikâye üç filmden oluşan bir yapı. Belki de üçünü arka arkaya izleyince tek bir uzun film hissi verecek. Bu bölüm kendi başına biraz kısa kaldı ama bu bilinçli bir tercihten çok kurgu sürecinin doğal bir sonucu oldu. 

İranlı kurgucu Mastaneh Mohajer ile kurguda epey uğraştık. Biraz fazla kesmişiz heralde süresi böyle oldu. Belirgin bir sebebi yok.

Şu anda 2. bölüm olan senaryoyu yazıyorum. Küçük bir ailenin merkezde olduğu bir yapısı var. 

-Biraz özel olarak sorayım, filmdeki Alper, ne kadar Selim Evci?

Biraz benden, biraz çevremdeki insanlardan.

Açıkçası bu soruya çalıştım ve en “politik” cevabı bu oldu diyebilirim. (Gülüyor.) Ama şaka bir yana, çizgiyi tam olarak nerede çektiğimi ben de bilmiyorum. Çünkü sezgilerle sinema yapmaya çalışıyorum.

Elbette insan önce kendine bakıyor, içeriye dönüyor. Ama bu bir hedef değil benim için. “Kendimi anlatmalıyım” gibi bir motivasyonla yola çıkmıyorum. Çevremde gözlemlediğim, duyduğum, zamanla senaryoya sinmiş çok fazla şey var.

Sinema benim için bir tür kolaj yapmak gibi. Ama bu kolajın malzemesi çoğunlukla hayatın içinden geliyor. Edebiyattan ya da başka bir sanattan değil; doğrudan yaşamdan, sokaktan, duygudan, küçük anlardan…

-Akbank Kısa Film Festivali direktörüsünüz. Bu yılın onur konuğu da Zeki Demirkubuz’du. Nasıl geçti, nasıl bir deneyimdi?

Bir önceki yıl da Nuri Bilge Ceylan’ı konuk etmiştik. Geçen yıl ise Zeki Demirkubuz onur konuğumuzdu. İki büyük usta, iki önemli sinemacı… Her ikisi de sinemanın yönünü etkileyen, filmlerini insan doğasının derinliklerinden besleyen isimler. Bu tür ustaları gençlerle buluşturmak çok kıymetli.

Tüm sanat dalları için geçerli: Senden önce üretene bakarsın. Sanatın aktarım döngüsü böyle işliyor. Ve o döngüde, el değiştirdikçe her şey dönüşüyor da zaten.

Usta-çırak ilişkileri bu yüzden çok değerli. Mesela Abbas Kiyarüstemi’nin yazdığı Kanlı Altın filminin senaryosunu Cafer Panahi’ye vermesi ya da Carlos Reygadas’ın Amat Escalante’nin yapımcılığını üstlenmesi… Bunlar sadece bireysel destek değil, aynı zamanda sanatın geleceğine yapılan katkılar…

Cumhuriyet



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


Diğer Haberler

Sovyetler'in Eurovision'u geri geliyor

Rusya, Sovyetler Birliği döneminde Eurovision’a alternatif olarak başlatılan Intervision Şarkı Yarışmasını yeniden hayata geçirdi. İlk kez 1960’larda düzenlenen ve Soğuk Savaş döneminin k...

İzmir’de arabada film keyfi

İzmirli sinemaseverler, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Yeniden Sinematek Arabada Film Keyfi etkinliği ile yeniden buluştu. Araçlarıyla birlikte İnciraltı Süleyman Demirel Meydanı’na gele...


‘Darbeciler kadın sesi istemiyor...’

1960’ların özgürlük rüzgârıyla TRT’de görev alan kadın radyocuların sansüre, sürgünlere ve darbelere karşı mücadelesini anlatan Biz Radyoyu Çok Sevdik belgeseli, kişisel arşiv görüntüleri...

İsrail'in Türkiye'den yıllardır istediği eser

İstanbul'da Arkeoloji Müzesi'ndeki bir tarihi eser, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 15 Eylül'de yaptığı açıklamayla yeniden gündeme geldi. Netanyahu Kudüs'te düzenlenen bir toplan...


''Kalbim Gazze’nin acı çeken halkıyla''

18. İstanbul Bienali’nin açılışında konuşan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, Gazze’de yaşanan acılara dikkat çekerek “Dualarım ve düşüncelerim onlarla” dedi. İstanbul Kültür S...

Zor şartlarda festival

5. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali tamamlandı. Festival kapsamında çeşitli dallarda ödüller sahiplerini buldu ve etkinlik İzmir’in kültür hayatına katkı sundu. Kültürlerarası S...


Ayvalık’ta ‘Kendine özgü bir festival’

Seyir Derneği ve Ayvalık Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen festival, açılış filmi “Manevi Değer / Sentimental Value” ile başladı. Bu yıl “Yeni Bir Yönetmen” ödülünü Doğuş Algün kazandı. ...

Genç piyanist Eren Parmakerli'nin büyük başarısı

2011 doğumlu piyanist Eren Parmakerli, Uluslararası Konçerto Yarışması’ndaki birinciliğiyle 26 Eylül 2025’te Ulm Stadthaus’ta Beethoven’ın 1 No’lu Piyano Konçertosu’nu seslendirecek. Karl...


'La Casa De Papel'in Tokyo’su Ursula Corbero anne oluyor

“La Casa De Papel”in yıldızı Ursula Corbero, 9 yıllık sevgilisi Chino Darin’den ilk bebeğini beklediğini duyurdu. 35 yaşındaki oyuncunun hamilelik pozu sosyal medyada büyük ilgi gördü. Bi...

SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

Lvbel C5'ten Mustafa Sandal'a: Eskisin, defol

Temmuzda Harbiye Açıkhava'da konser veren popçu Mustafa Sandal, 'Aşkına Destan' şarkısını seslendirdikten sonra rapçi Lvbel C5'in 'Havhavhav' şarkısına gönderme yaparak şunları söylemişti...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Grip, covid ve zatürre gibi hastalıklara karşı...

Mevsimsel değişiklikler sağlığımızı olumsuz etkiler ve bir uyum sürecini gerektirir. Güneş ışınlarının; havanın neminin, sıcaklığının, basıncının değişmesiyle bağışıklık sistemi yetersiz kalır ve hastalıklara eğilim artar. 

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR